6 Eylül 2020 Pazar

Çeviriler/ Translations: Anna Swir

 

Anna Świrszczyńska (Anna Swir)

 

KAPI ARALIĞINDAKİ KONUŞMA

 

Sabahın saat beşinde

çalıyorum kapısını adamın.

Kapıdan sesleniyorum:

Siliska Caddesi’ndeki hastanede

bir asker, oğlunuz, ölüyor.

 

Adam kapıyı yarım aralıyor

kilidin zincirini çıkarmıyor.

Adamın arkasında karısı

titriyor.

 

Diyorum: Oğlunuz annesini çağırıyor

Adam: Annesi gelmeyecek, diyor.

Adamın arkasında kadın

titriyor.

 

Diyorum: Doktor şarap vermemize

izin verdi oğlunuza.

Adam: Bekleyin lütfen, diyor.

 

Kapı aralığından elime bir şişe tutuşturup  

kapıyı kilitliyor adam,

kapının ikinci anahtarını da kilitliyor. 

Kapının ardında adamın karısı

Doğum sancıları tutmuş gibi çığlık atmaya başlıyor.

 

 

PENCEREYİ AÇACAĞIM

 

Kucaklaşmamız  çok uzadı.

İliklerimize kadar seviştik.

Kemiklerimizin tıkırdadığını duyuyorum, görüyorum 

ikimizin iskeletini.  

 

Şimdi bekliyorum

gitmeni, ta ki

uzaklaşan ayak gürültün       

duyulmayıncaya değin. Artık sessizlik.        

 

Yalnız uyuyacağım bu gece

yatak örtülerinin paklığında.

Yalnızlık 

hijyenik olmanın ilk şartı.

Yalnızlık

duvarlarını genişletecek odamın,

pencereyi açacağım

bolca, ayaz bir hava dolacak içeri

trajedi kadar sıhhatli.

İnsan düşünceleri girecek içeri

ve insan endişeleri,

başkalarının talihsizlikleri, başkalarının ermişlikleri.    

Söyleşecekler sakince ve sertçe.

 

Bir daha gelme.

Ben bir hayvanım

nadiren.

 

DÜŞMANIN CESEDİNİ GÖMÜYORUM 

 

Ey düşman, sen de korkmuştun,

mükemmel bir makineli tüfek  vermelerine rağmen eline. 

Gözlerindeki korku

senden sonra öldü.

 

Makineli tüfeğin çok insan öldürdü

sen çok insanı duvara dizdin

senin de vaktin gelinceye kadar

hiçliğinde insanın. 

 

Çocukların yas tutacak senin için

merhametli davranırdın   

çocuklarına.

 

Ey düşman, gömeceğim cesedini 

kanla lekelediğin bu toprağa.

Toprak seni kabul edecek   

düşmanı değilmişsin gibi.

 

SEVGİYLE DOLUYOR İÇİM   

 

Sevgiyle doluyor içim

görkemli bir ağacın rüzgârla

denizsüngerinin okyanusla

güzel bir hayatın acıyla

zamanın ölümle

doluşu kadar.

A CONVERSATION THROUGH THE DOOR

 

At five in the morning

I knock on his door.

I say through the door:

In the hospital at Sliska Street

your son, a soldier, is dying.

 

He half-opens the door,

does not remove the chain.

Behind him his wife

shakes.

 

I say: your son asks his mother

to come.

He says: the mother won’t come.

Behind him the wife

shakes.

 

I say: the doctor allowed us

to give him wine.

He says: please wait.

 

He hands me a bottle through the door,

locks the door,

locks the door with a second key.

 

Behind the door his wife

begins to scream as if she were in labor.

 

 

I’LL OPEN THE WINDOW

 

Our embrace lasted too long.

We loved right down to the bone.

I hear the bones grind, I see

our two skeletons.

 

Now I am waiting

till you leave, till

the clatter of your shoes

is heard no more. Now, silence.

 

Tonight I am going to sleep alone

on the bedclothes of purity.

Aloneness

is the first hygienic measure.

Aloneness

will enlarge the walls of the room,

I will open the window

and the large, frosty air will enter,

healthy as tragedy.

Human thoughts will enter

and human concerns,

misfortune of others, saintliness of others.

They will converse softly and sternly.

 

Do not come anymore.

I am an animal

very rarely.

 

 

I BURY THE ENEMY’S BODY

 

Oh, enemy, you too were afraid

Though they gave you a splendid submachine gun

The fear in your eyes

Died later than you.

 

Your submachine gun killed many people,

you stood many people against the wall,

until for you too came the moment

of human nothingness.

 

Your children will mourn you,

you were kind

to your children.

 

Oh enemy, I bury your body

In the earth you stained with blood.

It will receive you

As though you were not its enemy.

 

I AM FILLED WITH LOVE

I am filled with love

as a great tree with the wind,

as a sponge with the ocean,

as a great life with suffering,

as time with death.

 

Lehçeden İngilizceye çeviren: Czeslaw Milosz ve Leonard Nathan

Türkçe çeviri: Elif Firuzi

 

Anna Świrszczyńska (Anna Swir)

 

Anna Swir veya tam adıyla Anna Świrszczyńska’ya yenilikçi, “yenileyici” bir şair demek yanlış olmaz. Polonyalı Swir şiir yazmaya 1930’lu yıllarda başladı ama onun tanınması yıllar sonra, araya bir de savaş girdikten sonra, ancak 1970’lı yıllarda yayımladığı iki kitapla oldu: Ben Bir Kadınım ve Barikatı Kurarken. Onun şiirlerindeki sakınmasız kadın erotizmi, bedenle ilişkilenme biçimi ve mahremiyetin derinliklerine dalan güçlü dil pek çoklarına ilham oldu. Onun olağanüstü çalışmaları Polonya şiirinde derin bir iz bırakmış, aynı zamanda Czeslaw Milos gibi patriyarkal kesimden insanlarda feminist uyanışa da yol açmıştır.  Kendisi de Polonya’nın önde gelen şairlerinden olan Nobel ödüllü Czesław Miłosz onun şiirleriyle birlikte hem maskülenliği yeniden düşünmek gerektiğini yazmış hem de şiirlerini İngilizceye çevirerek tanınmasına imkan sağlamıştır.   

 

Anna Swir 1909 yılında Warsaw’da sanatçı ve yoksul bir ailede doğdu. Erken yaşta çalışmaya başladı ve üniversiteye giderken aynı zamanda çalışarak kendi parasını kendi kazandı. Öğretmenlik ve editörlük yaptı. II. Dünya Savaşı’nın patlamasıyla  birlikte Swir Warsaw direniş hareketine katılarak  askeri hemşire olarak çalışmaya başladı.  Bu savaşı yaşamak Anna Swir’i derinden etkiledi, değiştirdi. Şehrinin merhametsizce yerle bir edilişine tanık oldu, savaşın  insanlık dışı vahşetini  yaşadı. Kendisi de ölüme çok yaklaştı, öyleki öldürülmesine sadece bir saat kala hayatı kurtuldu. Savaştan sonra Kraków’a taşındı ve hayatının sonuna kadar orada yaşadı.

Swir’in II. Dünya savaşında yaşadıklarını yazması ancak 30 yıl sonra mümkün oldu. Bu sayede şiirlerinde insanın acısına olduğu kadar yarattığı vahşete de aynı mesafeden bakabildi. Polonyalının cesurluğu ve vatanseverliği gibi milliyetçi söylemlere yakınlaşmadan, doğrudan ve keskin bir dille yazdı:

Önce kim verdiyse savaş emrini/ Bırakın onlar saysın şimdi cesetleri

Bir vejeteryen  olan ve yoga yapan Anna Swir hayvanlara, insanın doğa içindeki hiyerarşisine göz alıcı bir dikkat çeker. Julia Fiedorczuk’un aktarımıyla:

 

“Savaş zamanında ayakta kalmaya çalışan insanlar sarı çıyanlar ve bitler gibi ilginç ahbaplar edindiler. İnsanlar hoşlanılmayan bu yaratıklar gibi yaşama tutunmaya imrenecek kadar korku içindeydi. Swir bu küçük canlıları sevecenlikle olmasa da şefkatle yazdı. Onun şiirlerinde “sıcacık bitler” konuşmacının göğsünde ölümle felç olmuş bir şehir için birer umut taşıyıcısı gibi dolaştılar. Bedensel yaralanabilirlik insanla hakîr görülen bu hayvanlar arasında bir ortaklık kurar. Ancak bu ortaklık uzun süreli olamaz zira tehlike geçer geçmez konuşmacı (insan) üstün/lük pozisyonuna geri dönerek insan olmaya devam eder.”

 

Çeviren Elif Firuzi

*Bu çeviriler 13 Şubat 2020 tarihinde, Cumhuriyet Kitap Eki, Şiir Atlası sayfasında yayımlanmıştır. 

**Şiirler İngilizceden çevrilmiştir. Lehçeden İngilizceye Leonard Naten tarafından çevrilmiştir.

**Bu tanıtımı yazısını büyük ölçüde özetleyerek çevirdiğim yazısı için Julia Fiedorczuk’a teşekkür ederim.

 

İlgili okumalar için:

https://przekroj.pl/en/articles/feuilletons/an-introduction-to-anna-swirszczynskas-warsaw-uprising-poems

https://culture.pl/en/artist/anna-swirszczynska

http://bookhaven.stanford.edu/tag/anna-swir/

Çeviriler / Translations: Edith Sodergran

 

AY

Nasıl da muhteşem ölü olan her şey

ve söze dökülemez:

ölü bir yaprak, ölü bir insan,

ve çemberi Ay’ın.  

Ve bütün çiçekler ormanların koruduğu bir sır taşır:

Ay’ın Dünyamız etrafındaki dönüşü  

ölüm yoludur.

Ve Ay örer çiçeklerin sevdiği

sihirli ağını

Ve Ay örer yaşayan her şeyin etrafına

muhteşem ağını 

ve geç saatlerinde sonbahar gecelerinin 

Ay’ın tırpanı biçer çiçekleri 

ve ebedi bir arzuyla bütün çiçekler

Ay’ın öpücüğünü bekler.

 

 

KARAR

 

Ben müthiş olgun bir insanım,

gel gör ki kimse tanımıyor beni.

Arkadaşlarım yanlış bir kanı oluşturuyor hakkımda.  

Ben uysal biri değilim.

Uysallığımı kartal pençelerimle dengeledim, evet yaptım.

Ah kartal, kanatlarının uçuşunda nasıl bir tatlılık var.

Her şey gibi suskun mu kalacaksın?

Yoksa şiir yazmak mı istersin? Bir daha asla yazmayacaksın.  

Her şiir yırtılışı olacak başka bir şiirin,

şiir değil ama pençe izleri.

 

 

YILDIZLAR

Gece olduğunda

basamaklarda durup dinliyorum,

yıldızlar üşüşüyor bahçeye

ben karanlıkta bekliyorum.

Duydun mu bak, bir yıldız düştü şıngırtıyla!

Çimenlerde çıplak ayakla dolaşma;  

Bahçem kırılmış yıldız dolu.

 

GÜNEŞ SİSTEMLERİNDE YAYA GEZİNTİ

 

Yürüyerek

dolaştım Güneş sistemlerini

bir parça ipliğini bulana kadar kırmızı elbisemin

Hissediyorum şimdiden benliğimi. 

Kalbim buralarda bir yerde asılı,

kıvılcımlar saçıp, havayı silkeliyor

öteki ölçüsüz kalplere.

 

BİR HAYAT

Yıldızların ulaşılmazlığı kesin

herkes biliyor-

ama ben her mavi dalgadan neşe derlemekten

ve her gri taşın dibinde huzur aramaktan

vazgeçmeyeceğim.

Asla yakalanmayacaksa mutluluk, hayatın ne anlamı var?

Kumda solan nilüferin

iflas etmişse doğası? Dalga

kumsalı yıkar geceleri

Ne arar örümceğin ağında bir böcek?

Ne yapar sayılı saatleriyle mayıs sineği?

(Boş bedeni üstünde kırışmış kanatlarıyla.)

 

Siyah beyaza dönüşmeyecek asla -

yine de yaşamın rayihası uçup gitmez,  

her sabah taze çiçekler 

yeniden boy verdiği için cehennemden.

 

Bir gün gelecek

yeryüzü  boşaldığında, gökler çökecek    

ve her şey nihai suskunluğa erişecek-

hiçbir şey olmayacak, mayıs sineğinden başka

katlanmış bir yaprak içinde 

ama bilmeyecek hiç kimse.

 

 

 

 

 

HİÇ

Sakin ol çocuğum, hiçbir şey ebedi değil,

her şey görüldüğü kadardır: orman, duman, akan raylar.

Bir yerlerde, uzak ülkelerden birinde    

daha mavi bir gökyüzü vardır, güllerle kaplı bir duvar

palmiye ağacı ve ılık rüzgâr-

ama hepsi bu.

Daha başka bir şey yok çam ağacının dalındaki kardan,

sıcacık dudaklarla öpecek bir şey yok,

zaten bütün dudaklar zamanla soğur.

Fakat sen, benim kalbim güçlüdür diyorsun, çocuğum

ve beyhude yaşamak ölümden aşağılayıcı.

Ne umuyorsun ölümden?

Onun hırkasının yaydığı tiksintiyi bilir misin?

Ve kendi eliyle ölümden daha korkunç hiç bir şey yoktur.

Sevmeliyiz, hastalıklı uzun saatlerini hayatın,  

yıllarca mahsur kalmış arzularımızı

çölün çiçeklendiği kısacık anlar kadar.

 

BİR AĞAÇ GÖRDÜM  (E. Södeberg’in yayımlanan ilk şiiri)

 

Bir ağaç gördüm, bütün ağaçlardan daha büyük

ve erişilmez çam kozalaklarıyla dolu;

büyük bir kilise gördüm, giriş kapısı ardına kadar açık

etrafta yürüyenlerin hepsi solgun, dayanıklı  

ve ölmeye hazır;

gülümseyen bir kadın gördüm, yüzü boyalı  

şansıyla kumar oynadığını gördüm kadının

ve kaybettiğini gördüm.

 

Bir çember çiziliydi bunların etrafında,   

hiç kimse çizgiyi aşmıyordu.

 

Edith Södergran / Çeviri: Elif Firuzi

 

Şiirlerin İngilizce çevirileri

 

THE MOON

How everything is marvelous

And unspeakable:

A dead leaf and a dead person

And the disc of the moon.

And all flowers know a secret

And the woods preserve it:

That the moon’s orbit around our earth

İs the course of death.

And the moon weaves its wondrous web

Loved by flowers,

And the moon weaves ist fabulous webaround all that lives.

And on late autumn nights

The moon’s scythe cuts flower,

And in endless longing all flowers are waiting

For the moon’s kiss.

 

DECISION

 I am a remarkably mature person

but no one knows me.

My friends create a false image of me.

I am not tame.

I have waight tameness in my eagle claws and know it well.

Oh eagle, what sweetness in your wings’s flight.

Will you stay silent like everything?

Would you perhaps like to write? You will never write again.

Every poem shall be the tearing up of a peom,

Not a poem, but claw marks.

 

THE STARS

As night arrives

I stand on the steps and listen,

The stars  are swarming in the garden

And I stand in the darkness.

Did you hear, a star fell with a clang!

Dont’ walk badefoot in the grass;

My garden is full of shards.

 

ON FOOT I WONDERED THROUGH THE SOLAR SYSTEM

On foot

I wondered throught the solar systems,

Before I found the first thread of my red dress

Already I have sense of myself.

Somewhere in space my heart hangs,

Emmiting sparks, shaking the air,

To other immeasurable hearts.

 

NOTHING

Be still, my child, nothing exists,
and all is as you see: forest, smoke, and the flight of the railway tracks.
Somewhere far away in a distant land
there is a bluer sky and a wall with roses
or a palm tree and a wamer wind –
and that is all.
There is nothing more than the snow on the spruce-fir’s bough.
There is nothing to kiss with warm lips,
and all lips cool with time.
But you say, my child, that your heart is powerful,
and that living in vain is inferior to dying.
What did you want of death?
Do you know the disgust his clothes spread?
And nothing is more revolting than death by one’s own hand.
We ought to love life’s long hours of sickness
and narrow years of longing
like the brief moments when the desert flowers.

 

 

A Life

That the stars are adamant

everyone understands—

but I won’t give up seeking joy on each blue wave

or peace below every gray stone.

If happiness never comes, what is a life?

A lily withers in the sand

and if its nature has failed? The tide

                                         washes the beach at night.

What is the fly looking for on the spider’s web?

What does a dayfly make of its hours?

(Two wings creased over a hollow body.)

 

Black will never turn to white—

yet the perfume of our struggle lingers

as each morning fresh flowers

spring up from hell.

 

The day will come

when the earth is emptied, the skies collapse

and all goes still—

when nothing remains but the dayfly

                                         folded in a leaf.

But no one knows it.

 

 

I Saw A Tree  ( The first poem Södergran ever published)

I saw a tree larger than all the rest

And full of unreachable pine cones;

I saw a large church with its front doors swung open

 

And all who walked outside were pale and strong

And ready to die;

I saw a women who smiling and wearing makeup

Gambled with her luck

And saw that she lost.

 

A circle was down around these things

No one will step accross.

Çeviriler /Translations: Kristina Lugn

 

 

ÇARŞAFLARI YIKADIM

 

Elma kokana kadar

yıkadım çarşafları

bisikletlerimiz hâlâ bodrumdaydı.

 

Bir elbiseyi astım ve

süzüldüm içine

bir müzisyen gibi neredeyse.

 

Ve çaresizlik soluklanıyordu gölümün suyu üstünde

ve odalarım sevgiyle esnetilmişti 

kendi dünyamda.

 

Buraya uçak düşmüştü ve

yolcuların gözleri güzelliklerine yas tutmayan

yıldızlar gibiydi.

 

En güzel eşyalar sürüklendi odanın içinde,

ben en tuhaf yürüyüşümü zorladım

içimde baştan aşağı.

 

Yukarılara, ta çimenliklerin sonuna kadar

inekler şefkâtle gezindi ve inekler şefkâtle gezindi

derinliklerinde meranın. 

 

İşte o zaman alarm çalmaya başladı

ve borular patladı 

Tanrı’nın Unuttuğu Ev’de.

 

Ben bir nota kâğıdıydım handiyse

sen güya, neredeyse  

beni aramayı düşünüyordun o zaman.

 

Benim gücenik çivi kakmalı pabuçlarım birden bire 

tavşan kulaklı

pembe terliklere dönüşüverdi.

 

Uzaklarda

evden çok uzakta

beni yürekten seven

biri var. 

 

Ve hiç komik değil

benim böyle dalga geçmem 

çok üzgün olduğum halde.

 

 

 

 

 

 

 

ARTIK SEVGİLİLER TERK ETTİ

 

Artık Sevgililer

evi terk etti

birer birer

çocuklar artık  

ağaçlara tırmanmayı

ve nazik olmayı öğrendi

şimdi her şey güzel

gök kubbenin altında

Baba’nın Eskimo kulübesinde

sevgili yol arkadaşım

şimdi kıyafetlerimizi yıkadık

birer birer

aşk mektuplarımıza adreslerini yazdık

ve uzandık 

birer birer 

çektik battaniyeleri dizlerimize 

 

 

 

 

 

 

BEN BU DÜNYADAN GİTMEK İSTEMİYORUM

 

Ben bu dünyadan gitmek istemiyorum.

Dünyanın benden gitmesini istemiyorum.

Demokraside yaşıyoruz. Oylayalım,

Dünya’da yaşayanlar beni vermeyi reddetsinler.

Önerim kabul edilmezse şayet huzurlarınızda talep ederim ki 

Ölüler Ülkesi elçiliği derhal devreye girmeli

ve duruşmalarıma katılmalıdır. 

Cezamı doğduğum topraklarda

çekmek istiyorum ben.

 

 

 

BENİMLE YAŞIT PEK ÇOK KADIN

 

Benimle yaşıt pek çok kadının

benden daha az nedeni var kendilerini sevmek için    

yine de başkalarını buna zorlarlar

ne güzel ne de üretken oldukları halde.

Dıgıdık dıgıdıg.

 

Belki o kadar saçma değildir sonuçta 

bitkisel boya kullanmak.

Spor yapmak da iyi, özellikle beyin için.

Duygularını çini boyamada ifade etmek,

böylece aynı anda bir sürü şey elde edersin

eve karakter katan

Gurur duyulacak bir şey ne de olsa.

Dıgıdık dıgıdık.

 

 

SIZLANIP DURMA!

 

Sızlanıp durma!

Dişini sık!

Kaşlarını al!

Kirpiklerini uzat!
Antenlerini kısalt!

Saçını topla!

Burun deliklerini temizle!

Bıyıkları tıraşla!

Sakinleştirici bir şeyler at ağzına!

İradesiz aptallar gibi oturma orada

yalnız ve bencilce, ağlama

daha fazla!

 

GECELER GİTTİKÇE BÜYÜDÜ

 

Geceler gittikçe büyüdü

ve büyümeye devam ediyor

yakında yer kalmayacak onlara

artık kafamın içinde

epey önceydi 

çocuklar irtibatı kesmemişti o zaman     

epey önceleri 

ben kötü

ve çok ayrıcalıklı bir çocuktum

ebeveynlerimin kırmızı tuğlalı evinde

dokunduğum her şey

başka birine aitti

yine de anne ve babam

kanaat getirmişti

beni sevdiklerine

 

 

VE EŞLER, EVET, ŞU DANS EDEN KADINLAR 

 

Ve eşler, evet, dans ediyorlar   

müziğe yetenekliler

ve operasyon geçirdiler

her zaman genç kalacak onlar     

dans ettikleri

müziğe yetenekli oldukları

ve operasyon geçirdikleri için.

 

ÇOK GAYRETLİ BİR HARF YAZARIYIM

 

Çok gayretli bir harf yazarıyım ben

ve İsveç diline hâkimiyetim müthiştir 

tıpkı İngilizceye, Almancaya ve Fransızcaya olduğu gibi 

kelimeleri istifleme konusunda iyi eğitildim

kaç hece yaladığımı hatırlamıyorum

yaladım ve yalayarak kapattım, yerleştirdim bu daracık çatlaklara

Dünya’ya doğru 

Eğer ulaşmaya çalışıyorsam Dünya’ya   

Dünya’yı görmek istediğim içindir 

(ve Dünya’nın da beni görmesini istediğim için)

 

Bilmiyorum, şimdiye kadar kaç kez

kalktığımı ve yüzümü toparlamak için

küçük, minik teyellerle tutturduğumu (dikiş ipi fazla kalın)

“şimdi yeni bir gün başlıyor paylaşmak için

kendini kendi evinde hissetmek için”

bütün yüzlerimi birbirine tutturuyorum

gören gözlerimi ve görmeyen gözlerimi ekliyorum

ihtiyaca göre

o zaman yer de ulaşıyor bana

 

Çeviren: Elif Firuzi

 

Kristina Lugn’dan şiirler (1948-)

Lugn, a poet and adramatist, published her first collection If I Don’t in 1972. After publishing Looking for Aquanintence with Older Educated Gentelman in 1983, she became Sweden’s most widely read poets. Her poems are whimsical and intricately playful. They depict the troubles of everyday existance in a way that makes contemporary life seem absurd, darkly humorous, and very precious, all at the same time. Our selection ranges from Lugn’s debut to her latest collection Bye bye, have a good time!, published in 2003. Lugn is a member of the Swedish Academy.

Çeviriler / Translations: Charles Wright

 

Charles Wright Şiirleri Türkçe Çevirileri / Poems by Charles Wright Translated and published in Turkish

Lagün Dertlenmesi

 

Dünyanın kıyısında, günlerden bir cumartesi öğleden sonra

Beyaz sayfalar uçuşuyor ve düşüyor rüzgârda

Tozlu düğümler çözülüyor kalpten, dalgalanıyor ve düşüyorlar

Akortsuz bir şey aklımı kurcalıyor

Her ne ise canımı sıkıyor durmadan.

 

Hava sıcak ve söylediğim sözlerin üzerinde rüzgâr esiyor

Dans ediyorum birazcık   

Kargalar denizden dönen bir esinti sarmalını yakalıyor

Küçük bir şarkı tutturuyorum

Canımı sıkan şey, canımı sıkıyor durmadan.

 

Cumartesi öğleden sonrası, kargalar aşağılara doğru süzülüyor

Kara sayfalar yükseliyor ve düşüyor

Biber fidanı ve keneotları yorgun başlarını ağır ağır döndürüyor

Bir şey, akortsuz ve incitici 

Her ne ise, canımı sıkıyor durmadan.

 

Charles Wright

(Çeviri Elif Firuzi)

 

Tu Fu Okuduktan Sonra Küçürek Meyve Bahçesine Çıktım

 

Doğu tarafım, batı tarafım tastamam yaz

Kendi bahçendeki alacakaranlık ne kadar derindir başka bir yerden  

Yuva arayan kuşlar

Dönüp duruyor çimenliğin üstünde

Gece küçük bir tekne gibi yaklaşırken 

 

Günden güne azalıyor kendime faydam

Şu alaycı kuş gibi

Daldan dala atlıyorum

Hevesle bekleyecek neyim var şimdi, elli dört yaşında?

Yarın karanlık  

Yarından da karanlık bir sonraki gün.

 

Gökyüzü köpekleri inliyor usulca 

Ateşböcekleri akşam sükûnetini kaldırıp sürüklüyor

Nemli çimenlerden

Hayatın curcunasının içine, günün bitmeyen keşmekeşine,

Sessizce git, sessizce. 

 

Charles Wright

 

 

 

 

 

Sessiz Kuşak

 

Arka bahçede öğle sonları, hayatımız da fotoğraflar gibi

Sararıyor başka bir yerde,

Başkasının albümünde,

Saklıda, ocak ayının güney yeli

Kolayca dağılıyor kara dalları arasından meyve ağaçlarının

 

Neydi o, hiç söylemek zorunda kalmadığımız şey?

Kim hatırlayabilir şimdi-

Dünyanın haksızlıkları hakkında bir şey

Bir şey, yağmur gibi ürpertiyle silkelediğimiz üzerimizden

Uzayıp giden bir tarlada

Şimşeğin çakmayacağına inanarak-

 

Pişmanlıkla kol kolayız artık, bir sol adım ileri, bir sağ adım,

Kimsenin hakkı kalmasın diye, şeytana da hakkını vererek 

Bir aşağı bir yukarı adımlıyoruz Dünya'yı

Canımızı dişimize takarak.

Ölünce ölürüz çünkü, savurur rüzgâr ayak izlerimizi.

 

Charles Wright

 

Gelecek  Zaman

Sonunda her şey hem acı hem tatlıdır-

Boş bir nazar, küçük bir ara istasyon, sessizliğin az ötesinde.

Eğer her günden zevk almayı bilmezsen,

                                              burada gelecek yoktur sana.

Ve eğer zevk almayı bilirsen, yine de gelecek yoktur.

Ve zaman, o kara köpek, ne mal olduğunu anlar,

                                                              ve zayıf yanaklarını yalar,

Ve yanına yatar- sıcacık sokulur-ve kıpırdamaz.

 

Maden Ocağında

Ben ki bütünlükten var olmuşum

Dedi o, ve içim ışıkla doldu.

Ve karanlık karşıda,

              parçalanmışların durduğu yerde.

Sert kelimeler, Yek, çetin kelimeler.

Dağ sırtları boyunca beyaz bulutlar büyüyor

Toprağın altında ne kadar da uzağız evden,

                                       ya da daha yakın.

 

 

Ceviren: Elif Firuzi

 

 

 

 

Laguna Blues

It’s Saturday afternoon at the edge of the world.
White pages lift in the wind and fall.
Dust threads, cut loose from the heart, float up and fall.
Something’s off-key in my mind.
Whatever it is, it bothers me all the time.

 

It’s hot, and the wind blows on what I have had to say.
I’m dancing a little dance.
The crows pick up a thermal that angles away from the sea.
I’m singing a little song.
Whatever it is, it bothers me all the time.

 

It’s Saturday afternoon and the crows glide down.
Black pages that lift and fall.
The castor beans and the pepper plant trundle their weary heads.
Something’s off-key and unkind.
Whatever it is, it bothers me all the time.

 

Charles Wright

 

 

 

 

The Silent Generation

Afternoons in the backyard, our lives like photographs

Yellowing elsewhere,

In somebody else’s album,

In secret, January south winds

Ungathering easily through the black limbs of the fruit trees.

 

 What was it we never had to say?

Who can remember now—

Something about the world’s wrongs,

Something about the way we shuddered them off like rain

In an open field,

Convinced that lightning would not strike.

 

We’re arm in arm with regret, now the left foot, now the right foot.

We give the devil his due.

We walk up and down in the earth

We take our flesh in our teeth.

When we die, we die. The wind blows away our footprints.

Charles Wright

 

After Reading Tu Fu, I Go Outside To The Dwarf Orchard

East of me, west of me, full summer.

How deeper than elsewhere the dusk is in your own yard.

Birds fly back and forth across the lawn

looking for home

As night drifts up like a little boat.

Day after day, I become of less use to myself.

 

 

Like this mockingbird,

I flit from one thing to the next.

What do I have to look forward to at fifty-four?

Tomorrow is dark.

Day-after-tomorrow is darker still.

 

The sky dogs are whimpering.

Fireflies are dragging the hush of evening

up from the damp grass.

Into the world's tumult, into the chaos of every day,

Go quietly, quietly.

 

 Charles Wright

 

 

7 Nisan 2020 Salı

Nereye kurulur yeni bir düş? / fiyaskonun düğünü

                                                     
                                                             nereye kurulur yeni bir düş?

fiyaskonun düğünü

 

bir yerinden çatlamasını umuyorduk

suskunluğun

öyle olmadı

dünyayı kemirip durdu dişleri keskin

ve elleri çok görgüsüz

insan

 

endişeli fısıltılarla soruyoruz şimdi:


nereye kurulur yeni bir düş? 


sesimiz çınlamadan düşüyor toprağa 

çekip alıyor üstümüzden   

çocukluğun atlas yorganını gökyüzü

 

yığılıp kalıyor kucağımıza

bir opera trajedisi misali      

çökmüş ciğerleriyle

nisan

 

 

Elif Firuzi


*Süje Dergisi'nde yayımlanmıştır.