23 Şubat 2016 Salı


Mektup

23 Şubat 2016

O'nunla İngiltere'de, küçük bir üniversite kasbasında tanışmış ve hemen birbirimizi sevmiştik. Bizi kaynaştıran şey isyankarlıktı diyebilirim.  O yabancı ülkede dostluğumuz bir kaç yıl sürdü, ülkelerimize döndükten sonra da mektuplaşmaya başladık. Yıllardır gidip gelen mektuplar ve doğum günleri için hediyelerle senede en az iki kez haberleştik. Birbirimizin hayatlarından haberdar olduk, birbirimizi ziyaret ettik.

İlk kez bu sene mektubunu da hediyesini de geciktirdim. Hediyeyi aldım ama bir türlü oturup mektubu yazamadım. Mektup yazmak insanın kendi içinde  hazır olmasını gerektiriyor. Bir türlü olamadım. Son mektubunda Suruç patlaması için üzüntülerini yazmıştı, beni merak etmişti. O patlamanın üstüne biz kaç patlama daha yaşamıştık...Oturup 'iyiyim' diyememiştim.

Nihayet dün mektup yazmaya oturdum.Güzel bir mektup kadığı bulamayınca kendim için aldığım deniz kapaklı bir deftere yazmaya başladım mektubu. Üç dört sayfa yazdım. Sıra doğum günü kartına geldi. Doğum günü kartı almamıştım...

Şubat ayı yoldan gül yaprakları toplamak için iyi bir aydır. Ay boyunca yollara atılmış, düşmüş veya çiçekçi kadınların etrafına saçılmış farklı renkte gül yapraklarını toplayıp defterlerin arasına koymuştum. Kimi zaman onları kabanımın cebinde unutmuş, unuttuğum bir anda elimi cebime attığımda oradaki kadife yapraklara dokunmaktan keyif alır olmuştum. Şimdi sakladığım gül yaprakları çok işe yarayacakti.. Onları toplayıp mektup yazdığım defterin boş sayfasına yapıştırdım.Üstüne de doğum günü mesajımı yazdım, defteri hediyelerle birlikte paket yapıp yolladım.




21 Şubat 2016 Pazar



                                                                                                                     
Şemsiye



Yıllar önce bir akşam kendi doğum günüme geç kalmış ve bir kucak çiçeği kaçırmıştım…O gün birçok güzel hediye yanında bir de kitap almıştım bir arkadaştan. Arkadaşım kitabı şu dizelerle imzalamıştı:

Bir kitapla dokunmayı
Bir kitaba dokunmayı
Hala eskitemedikleri için
Sevgisi içimde nar çiçeği
Ne mutlu bize değil mi?

A. B.

Bay B. ile pek yakın değildik, o yüzden bu girizgahı biraz tuhaf bulmakla beraber sevmiş, şiiri de şairin ve şiirin özgürlüğüne yormuştum.
……

Geçen kış mıydı, ondan önceki mi hatırlamıyorum. Çok gri bir gündü. İçim, şehir, sokak... Pis bir yağmur yağıyordu, sanki niyeti ıslatmak değil de yapışmaktı. İşe gitmek için yola çıkmış ve az sonra da acele tempomu bulmuştum. İnsanlar birbirine çarpıyor ve özür dilemiyordu, sokak çamurlu ve kalabalıktı. Bu kadar grinin arasında onu gördüm. Kocaman ve rengârenk şemsiyeleriyle sokağa gökkuşağı indirmiş gibiydi. Yanımdaki fotoğraf makinesini çıkarıp şemsiyelerin resmini çekmeye başladım. O, kendisinin de birkaç fotoğrafını çekmemi istedi. Olur, dedim, bana mail adresini yazarsan resimleri yollarım. Kimsede ne kalem ne kağıt vardı, biraz arandık. Çantamı açtım ve içinden o gün evden çıkarken çantaya attığım kitabı çıkardım. Şemsiyeci kitabın arka sayfasına e-posta  adresini yazarken birkaç fotoğraf daha çektim. Doğrusu ilginç fotoğraflar olmuştu; şiir kitabı okuyan renkli şemsiye satıcısı…

Adamdan ayrıldıktan sonra bu karşılaşmanın coşkusuyla gri havayı unuttum ve adamın e posta adresini yazdığı satırların altına şunları karaladım: 

şiiri gördüm
yağıyordu,
renkli bir şemsiye satıcısıyla
yolda.

Aradan aylar geçti, adamı unuttum, fotoğrafları yollamadım. Bir gün Özgecan için yapılan anmada gördüm onu, kalabalığın içinde dolaşıyor ve bu kez kadınlara düdük satıyordu. Fotoğrafları yollamadığımı hatırladım, içim ezildi, pişman oldu biraz. Sonra unuttum. Sanırım fotoğrafları da yer kaplıyor diye bilgisayardan da aklımdan da sildim.
…..

Metroyu bekliyorum. Biraz tenha gibi bugün. Önümden geçen adam dikkatimi çekiyor. Üstünde Facebook logosu ve bazı yazılar var, okumak için peşine takılıyorum. Adam fark edince açıklıyorum; “Okumaya çalışıyorum ne yazdığınızı…” ‘Facebook’un 14. yılı hayırlı olsun’ diyor yazı ve Türkiye haritası…O’nun için nasıl bir anlamı varsa. Bu sırada tren geliyor, acelece adamın fotoğrafını çekiyorum. Trenin kapısına yönelirken ‘fotoğrafınızı çektim arkadan’ diyorum, onay ister gibi. Onay veriyor ama biraz tereddütlü… ‘Ben de fotoğraf çekecek birini arıyordum.’ diyor, rica eder gibi. ‘Ama gidecekseniz…?’ Trenin kapısından ayağımı geri çekiyorum, ‘beklerim’ diyorum. Metronun Taksim yazısı altında birkaç fotoğrafını çekiyorum. O sırada bir sonraki tren geliyor, biniyoruz. ‘Bana telefonunuzu verirseniz size posta adresimi yazarım’ diyor. ‘Hayır, size telefonumu vermeyeceğim ama’ diyorum, çantamı karıştırırken, kağıt kalem çıkarıyorum. 'Buraya mail adresinizi yazarsanız'...diyerek çantada bulduğum banka dekontunu uzatıyorum. O dizlerinin üstüne çömelmiş mail adresini yazarken vagon sallanıyor, yolcuların gözleri bu tuhaf görünümlü adamla benim üzerimde gidip geliyor. Alt tireleri açıklayarak kağıdı bana uzatıyor ve yanımdan uzaklaşıyor. Ben kısa bir süre sonra ineceğim durağa gelip evin yolunu tutuyorum.

Eve yürürken bu küçülmüş adamı bir yerlerden hatırlar gibi olduğumu düşünüyorum. Ama nereden? Çantaya acelece tıktığım posta adresini çıkarıyorum. Bu el yazısı bana tanıdık geliyor. Adımlarım hızlanıyor, evin merdivenerini aceleyle çıkıyorum. Ayakkabılarımı çıkarmadan salona dalıyor ve kütüphanin raflarında kitabı arıyorum… Nerede, nerede.. Ah, işte buldum, kitabı nefes nefese açıp arka sayfasına bakıyorum; evet o, bu onun yazısı ve aynı eposta adresi! İçimde tuhaf bir mutluluk… O coşkuyla oturup telefondan fotoğrafları indiriyor ve gökkuşağı şemsiyecisine yolluyorum.

Adamın adı Feyman, kitabın adı 'Üstü Kalsın'


Şemsiye ve kitaplı fotoğrafları bulursam buraya ekleyeceğim ve Feyman'a yollayacağım.