6 Eylül 2020 Pazar

Çeviriler/ Translations: Anna Swir

 

Anna Świrszczyńska (Anna Swir)

 

KAPI ARALIĞINDAKİ KONUŞMA

 

Sabahın saat beşinde

çalıyorum kapısını adamın.

Kapıdan sesleniyorum:

Siliska Caddesi’ndeki hastanede

bir asker, oğlunuz, ölüyor.

 

Adam kapıyı yarım aralıyor

kilidin zincirini çıkarmıyor.

Adamın arkasında karısı

titriyor.

 

Diyorum: Oğlunuz annesini çağırıyor

Adam: Annesi gelmeyecek, diyor.

Adamın arkasında kadın

titriyor.

 

Diyorum: Doktor şarap vermemize

izin verdi oğlunuza.

Adam: Bekleyin lütfen, diyor.

 

Kapı aralığından elime bir şişe tutuşturup  

kapıyı kilitliyor adam,

kapının ikinci anahtarını da kilitliyor. 

Kapının ardında adamın karısı

Doğum sancıları tutmuş gibi çığlık atmaya başlıyor.

 

 

PENCEREYİ AÇACAĞIM

 

Kucaklaşmamız  çok uzadı.

İliklerimize kadar seviştik.

Kemiklerimizin tıkırdadığını duyuyorum, görüyorum 

ikimizin iskeletini.  

 

Şimdi bekliyorum

gitmeni, ta ki

uzaklaşan ayak gürültün       

duyulmayıncaya değin. Artık sessizlik.        

 

Yalnız uyuyacağım bu gece

yatak örtülerinin paklığında.

Yalnızlık 

hijyenik olmanın ilk şartı.

Yalnızlık

duvarlarını genişletecek odamın,

pencereyi açacağım

bolca, ayaz bir hava dolacak içeri

trajedi kadar sıhhatli.

İnsan düşünceleri girecek içeri

ve insan endişeleri,

başkalarının talihsizlikleri, başkalarının ermişlikleri.    

Söyleşecekler sakince ve sertçe.

 

Bir daha gelme.

Ben bir hayvanım

nadiren.

 

DÜŞMANIN CESEDİNİ GÖMÜYORUM 

 

Ey düşman, sen de korkmuştun,

mükemmel bir makineli tüfek  vermelerine rağmen eline. 

Gözlerindeki korku

senden sonra öldü.

 

Makineli tüfeğin çok insan öldürdü

sen çok insanı duvara dizdin

senin de vaktin gelinceye kadar

hiçliğinde insanın. 

 

Çocukların yas tutacak senin için

merhametli davranırdın   

çocuklarına.

 

Ey düşman, gömeceğim cesedini 

kanla lekelediğin bu toprağa.

Toprak seni kabul edecek   

düşmanı değilmişsin gibi.

 

SEVGİYLE DOLUYOR İÇİM   

 

Sevgiyle doluyor içim

görkemli bir ağacın rüzgârla

denizsüngerinin okyanusla

güzel bir hayatın acıyla

zamanın ölümle

doluşu kadar.

A CONVERSATION THROUGH THE DOOR

 

At five in the morning

I knock on his door.

I say through the door:

In the hospital at Sliska Street

your son, a soldier, is dying.

 

He half-opens the door,

does not remove the chain.

Behind him his wife

shakes.

 

I say: your son asks his mother

to come.

He says: the mother won’t come.

Behind him the wife

shakes.

 

I say: the doctor allowed us

to give him wine.

He says: please wait.

 

He hands me a bottle through the door,

locks the door,

locks the door with a second key.

 

Behind the door his wife

begins to scream as if she were in labor.

 

 

I’LL OPEN THE WINDOW

 

Our embrace lasted too long.

We loved right down to the bone.

I hear the bones grind, I see

our two skeletons.

 

Now I am waiting

till you leave, till

the clatter of your shoes

is heard no more. Now, silence.

 

Tonight I am going to sleep alone

on the bedclothes of purity.

Aloneness

is the first hygienic measure.

Aloneness

will enlarge the walls of the room,

I will open the window

and the large, frosty air will enter,

healthy as tragedy.

Human thoughts will enter

and human concerns,

misfortune of others, saintliness of others.

They will converse softly and sternly.

 

Do not come anymore.

I am an animal

very rarely.

 

 

I BURY THE ENEMY’S BODY

 

Oh, enemy, you too were afraid

Though they gave you a splendid submachine gun

The fear in your eyes

Died later than you.

 

Your submachine gun killed many people,

you stood many people against the wall,

until for you too came the moment

of human nothingness.

 

Your children will mourn you,

you were kind

to your children.

 

Oh enemy, I bury your body

In the earth you stained with blood.

It will receive you

As though you were not its enemy.

 

I AM FILLED WITH LOVE

I am filled with love

as a great tree with the wind,

as a sponge with the ocean,

as a great life with suffering,

as time with death.

 

Lehçeden İngilizceye çeviren: Czeslaw Milosz ve Leonard Nathan

Türkçe çeviri: Elif Firuzi

 

Anna Świrszczyńska (Anna Swir)

 

Anna Swir veya tam adıyla Anna Świrszczyńska’ya yenilikçi, “yenileyici” bir şair demek yanlış olmaz. Polonyalı Swir şiir yazmaya 1930’lu yıllarda başladı ama onun tanınması yıllar sonra, araya bir de savaş girdikten sonra, ancak 1970’lı yıllarda yayımladığı iki kitapla oldu: Ben Bir Kadınım ve Barikatı Kurarken. Onun şiirlerindeki sakınmasız kadın erotizmi, bedenle ilişkilenme biçimi ve mahremiyetin derinliklerine dalan güçlü dil pek çoklarına ilham oldu. Onun olağanüstü çalışmaları Polonya şiirinde derin bir iz bırakmış, aynı zamanda Czeslaw Milos gibi patriyarkal kesimden insanlarda feminist uyanışa da yol açmıştır.  Kendisi de Polonya’nın önde gelen şairlerinden olan Nobel ödüllü Czesław Miłosz onun şiirleriyle birlikte hem maskülenliği yeniden düşünmek gerektiğini yazmış hem de şiirlerini İngilizceye çevirerek tanınmasına imkan sağlamıştır.   

 

Anna Swir 1909 yılında Warsaw’da sanatçı ve yoksul bir ailede doğdu. Erken yaşta çalışmaya başladı ve üniversiteye giderken aynı zamanda çalışarak kendi parasını kendi kazandı. Öğretmenlik ve editörlük yaptı. II. Dünya Savaşı’nın patlamasıyla  birlikte Swir Warsaw direniş hareketine katılarak  askeri hemşire olarak çalışmaya başladı.  Bu savaşı yaşamak Anna Swir’i derinden etkiledi, değiştirdi. Şehrinin merhametsizce yerle bir edilişine tanık oldu, savaşın  insanlık dışı vahşetini  yaşadı. Kendisi de ölüme çok yaklaştı, öyleki öldürülmesine sadece bir saat kala hayatı kurtuldu. Savaştan sonra Kraków’a taşındı ve hayatının sonuna kadar orada yaşadı.

Swir’in II. Dünya savaşında yaşadıklarını yazması ancak 30 yıl sonra mümkün oldu. Bu sayede şiirlerinde insanın acısına olduğu kadar yarattığı vahşete de aynı mesafeden bakabildi. Polonyalının cesurluğu ve vatanseverliği gibi milliyetçi söylemlere yakınlaşmadan, doğrudan ve keskin bir dille yazdı:

Önce kim verdiyse savaş emrini/ Bırakın onlar saysın şimdi cesetleri

Bir vejeteryen  olan ve yoga yapan Anna Swir hayvanlara, insanın doğa içindeki hiyerarşisine göz alıcı bir dikkat çeker. Julia Fiedorczuk’un aktarımıyla:

 

“Savaş zamanında ayakta kalmaya çalışan insanlar sarı çıyanlar ve bitler gibi ilginç ahbaplar edindiler. İnsanlar hoşlanılmayan bu yaratıklar gibi yaşama tutunmaya imrenecek kadar korku içindeydi. Swir bu küçük canlıları sevecenlikle olmasa da şefkatle yazdı. Onun şiirlerinde “sıcacık bitler” konuşmacının göğsünde ölümle felç olmuş bir şehir için birer umut taşıyıcısı gibi dolaştılar. Bedensel yaralanabilirlik insanla hakîr görülen bu hayvanlar arasında bir ortaklık kurar. Ancak bu ortaklık uzun süreli olamaz zira tehlike geçer geçmez konuşmacı (insan) üstün/lük pozisyonuna geri dönerek insan olmaya devam eder.”

 

Çeviren Elif Firuzi

*Bu çeviriler 13 Şubat 2020 tarihinde, Cumhuriyet Kitap Eki, Şiir Atlası sayfasında yayımlanmıştır. 

**Şiirler İngilizceden çevrilmiştir. Lehçeden İngilizceye Leonard Naten tarafından çevrilmiştir.

**Bu tanıtımı yazısını büyük ölçüde özetleyerek çevirdiğim yazısı için Julia Fiedorczuk’a teşekkür ederim.

 

İlgili okumalar için:

https://przekroj.pl/en/articles/feuilletons/an-introduction-to-anna-swirszczynskas-warsaw-uprising-poems

https://culture.pl/en/artist/anna-swirszczynska

http://bookhaven.stanford.edu/tag/anna-swir/

Hiç yorum yok: