21 Şubat 2016 Pazar



                                                                                                                     
Şemsiye



Yıllar önce bir akşam kendi doğum günüme geç kalmış ve bir kucak çiçeği kaçırmıştım…O gün birçok güzel hediye yanında bir de kitap almıştım bir arkadaştan. Arkadaşım kitabı şu dizelerle imzalamıştı:

Bir kitapla dokunmayı
Bir kitaba dokunmayı
Hala eskitemedikleri için
Sevgisi içimde nar çiçeği
Ne mutlu bize değil mi?

A. B.

Bay B. ile pek yakın değildik, o yüzden bu girizgahı biraz tuhaf bulmakla beraber sevmiş, şiiri de şairin ve şiirin özgürlüğüne yormuştum.
……

Geçen kış mıydı, ondan önceki mi hatırlamıyorum. Çok gri bir gündü. İçim, şehir, sokak... Pis bir yağmur yağıyordu, sanki niyeti ıslatmak değil de yapışmaktı. İşe gitmek için yola çıkmış ve az sonra da acele tempomu bulmuştum. İnsanlar birbirine çarpıyor ve özür dilemiyordu, sokak çamurlu ve kalabalıktı. Bu kadar grinin arasında onu gördüm. Kocaman ve rengârenk şemsiyeleriyle sokağa gökkuşağı indirmiş gibiydi. Yanımdaki fotoğraf makinesini çıkarıp şemsiyelerin resmini çekmeye başladım. O, kendisinin de birkaç fotoğrafını çekmemi istedi. Olur, dedim, bana mail adresini yazarsan resimleri yollarım. Kimsede ne kalem ne kağıt vardı, biraz arandık. Çantamı açtım ve içinden o gün evden çıkarken çantaya attığım kitabı çıkardım. Şemsiyeci kitabın arka sayfasına e-posta  adresini yazarken birkaç fotoğraf daha çektim. Doğrusu ilginç fotoğraflar olmuştu; şiir kitabı okuyan renkli şemsiye satıcısı…

Adamdan ayrıldıktan sonra bu karşılaşmanın coşkusuyla gri havayı unuttum ve adamın e posta adresini yazdığı satırların altına şunları karaladım: 

şiiri gördüm
yağıyordu,
renkli bir şemsiye satıcısıyla
yolda.

Aradan aylar geçti, adamı unuttum, fotoğrafları yollamadım. Bir gün Özgecan için yapılan anmada gördüm onu, kalabalığın içinde dolaşıyor ve bu kez kadınlara düdük satıyordu. Fotoğrafları yollamadığımı hatırladım, içim ezildi, pişman oldu biraz. Sonra unuttum. Sanırım fotoğrafları da yer kaplıyor diye bilgisayardan da aklımdan da sildim.
…..

Metroyu bekliyorum. Biraz tenha gibi bugün. Önümden geçen adam dikkatimi çekiyor. Üstünde Facebook logosu ve bazı yazılar var, okumak için peşine takılıyorum. Adam fark edince açıklıyorum; “Okumaya çalışıyorum ne yazdığınızı…” ‘Facebook’un 14. yılı hayırlı olsun’ diyor yazı ve Türkiye haritası…O’nun için nasıl bir anlamı varsa. Bu sırada tren geliyor, acelece adamın fotoğrafını çekiyorum. Trenin kapısına yönelirken ‘fotoğrafınızı çektim arkadan’ diyorum, onay ister gibi. Onay veriyor ama biraz tereddütlü… ‘Ben de fotoğraf çekecek birini arıyordum.’ diyor, rica eder gibi. ‘Ama gidecekseniz…?’ Trenin kapısından ayağımı geri çekiyorum, ‘beklerim’ diyorum. Metronun Taksim yazısı altında birkaç fotoğrafını çekiyorum. O sırada bir sonraki tren geliyor, biniyoruz. ‘Bana telefonunuzu verirseniz size posta adresimi yazarım’ diyor. ‘Hayır, size telefonumu vermeyeceğim ama’ diyorum, çantamı karıştırırken, kağıt kalem çıkarıyorum. 'Buraya mail adresinizi yazarsanız'...diyerek çantada bulduğum banka dekontunu uzatıyorum. O dizlerinin üstüne çömelmiş mail adresini yazarken vagon sallanıyor, yolcuların gözleri bu tuhaf görünümlü adamla benim üzerimde gidip geliyor. Alt tireleri açıklayarak kağıdı bana uzatıyor ve yanımdan uzaklaşıyor. Ben kısa bir süre sonra ineceğim durağa gelip evin yolunu tutuyorum.

Eve yürürken bu küçülmüş adamı bir yerlerden hatırlar gibi olduğumu düşünüyorum. Ama nereden? Çantaya acelece tıktığım posta adresini çıkarıyorum. Bu el yazısı bana tanıdık geliyor. Adımlarım hızlanıyor, evin merdivenerini aceleyle çıkıyorum. Ayakkabılarımı çıkarmadan salona dalıyor ve kütüphanin raflarında kitabı arıyorum… Nerede, nerede.. Ah, işte buldum, kitabı nefes nefese açıp arka sayfasına bakıyorum; evet o, bu onun yazısı ve aynı eposta adresi! İçimde tuhaf bir mutluluk… O coşkuyla oturup telefondan fotoğrafları indiriyor ve gökkuşağı şemsiyecisine yolluyorum.

Adamın adı Feyman, kitabın adı 'Üstü Kalsın'


Şemsiye ve kitaplı fotoğrafları bulursam buraya ekleyeceğim ve Feyman'a yollayacağım.



20 Şubat 2016 Cumartesi


buraya yazmaya başlayalı bir yıl oldu. Yıl boyunca yazdığım şiirlerin çoğunu dergiler 'yayımlanmamış'  şartı aradıkları için yayından kaldırdım. Bu sene ülkenin içinden geçtiği karanlık günleri yazmak, küçük olay ve örneklerle tarihi kayıt altına almak gibi bir düşüncem var. Bakalım ilerleyecek mi veya nasıl ilerleyecek..



günlük

20 Şubat 2016 

Ah, allah aşkına ‘hepimiz pisliğin ortasındayız, kanıksadık’ demek nasıl bir insanlık halidir? Evet, pislik diz boyu ve biz ne yapacağımızı bilemez durumdayız. Kendimizi çaresiz hissediyoruz. Yıllardır sustuklarımızı Uğur Mumcu’da, Bahriye Uçok’ta, Gonca Kuriş’te, Gezi'de, Hırant'ın ve Berkin’in  ölümünde avaz avaz bağırdık. Sesimiz kısıldı. İmzalar attık, kadınlar ölmesin dedik, Barış diye bas bas bağırıyoruz. Durmadan öldürülüyoruz, gaz atılıyoruz, tehdit ediliyoruz, işimizden oluyoruz, korkutuluyoruz. Çok pis ve zalim bir dönemden geçiyoruz. Örgütsüz ve şaşkınız. Ancak “bu pislikte boğulmaya mahkumuz” demek kendimize dair gelecek için  de umut vermediğimiz bir nokta değil mi? ‘Hepimiz pislendik ve bu iş böyle, n'palım’ demekle ‘bu solculardan hiç bir şey olmaz’ demek bence aynı derecede umutsuz. İnsana da hiç bir şey katmıyor. Annem, ‘ben cesaretimi susmak için kullanıyorum evladım' der. Bazılarımızın, susuyorsam da kendimin, susuşumda bir cesaret olduğuna inanmak istiyorum. Günler ve mücadele bitmedi. Ölmezsek, gelecek günlerde hepimize çok ihtiyaç olacak bu ülkede. Eminim hepimizin direneceği, insanı koruyacağı küçük alanlar vardır. Yolumuzun üstündeki çiçekçiye günaydın demek, apartman kapıcısının halini hatrını sormak, fırıncıya nasılsın demek (İsmail’ı tekmeleyen fırıncılara!) evet, bu kadar küçük ama cesaret isteyen, insana insanı hatırlatan şeyler ki yaşadığımız günlerde en çok  buna ihtiyacımız var. 

5 Haziran 2015 Cuma


pencereleri  akıyor yüksek binaların   
gecenin ortasına 
binalar boyası akmış kadınlar gibi nizamsız
pencerelerin ardından iki gözü iki çeşme ağlanmıyor  
Uzun ince bir yol gibi uzanıyor Saygon Nehri
Sisli kayıklarında titrek ışıklarıyla sessiz şehre
Havada eksiksiz bir hayat tadı
Beyaz keten takımlı adamlar Fransız aksanıyla İngilizce konuşuyor
‘Medeniyet’ geliyor insanın aklına!
İnce boyunlu zarif orientale kadınlar hep sakin, gülümsüyor
Sanki dünyanın merkezine pırıltılı bir akşam iniyor.

Gergin bakışlı bir Vietnamlı bozuyor havayı
Bir bisikletli ters yola sapıyor sanki
Sıcak terliyor aniden gece  
Yaşamaya koşuyor sokakları
Uzun boylu bir genç, Amerikalı
Duvarlar hep duvarlara çıkıyor, nafile 
Ele veren arkadaşı, karışık bir gönül işi
Sırtından bıçaklanacak,
Kan ketene dokunacak,
Az sonra

Bense aklımdan bir Chet Baker’la avutuyorum beklemeyi
Almost Blue bir gecede,
Az sonra
Dümdüz bir ova gibi pes etmiş kalbim
Susuz yazlar geçirmiş toprağını yırtan
Derin bir fay kırığını tadacak.
Ağlara düşecek haberin,
Az sonra          

Böyle geceler için
Birinin özür dilemesi gerek
Ama kim?  /  Gecenin Hikâyesi

Bu şiir ilk kez Varlık Dergisi'nde, Ağustos 2015 tarihinde, Rimbaud Akademisi'nde yayımlandı.  Sevgili küçük İskender benim dileğime uyarak şiirin adını içindekilere koydurmadı, içindekilerde şiirin adı yerine bir kar tanesi * yer aldı ve şiir sadece Elif mahlasıyla çıktı. Ben şimdi o kar tanesini k. İskender'e selam ve sevgiyle yolluyorum, o kar tanesi çoğalıyor ve sonsuz bir kar yağışı olarak şairin görebileceği tepelere usul usul yağıp duruyor. 15. 10.2020

28 Mayıs 2015 Perşembe


"Anna Karenina kendini trenin altına atmadan önce eğer aklına sevgilisine anlatacak bir şaka gelmiş olsaydı, kendini trenin altına atmazdı."

(Iris Murdoch'un eşi John Bailey'nin arkadaşlarının cenazesindeki konuşmadan)


“Yes, of course, there's something fishy about describing people's feelings. You try hard to be accurate, but as soon as you start to define such and such a feeling, language lets you down. It's really a machine for making falsehoods. When we really speak the truth, words are insufficient. Almost everything except things like "pass the gravy" is a lie of a sort. And that being the case, I shall shut up. Oh, and... pass the gravy.” 
― Iris Murdoch

27 Mayıs 2015 Çarşamba



Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.

E. Cansever