20 Şubat 2016 Cumartesi


buraya yazmaya başlayalı bir yıl oldu. Yıl boyunca yazdığım şiirlerin çoğunu dergiler 'yayımlanmamış'  şartı aradıkları için yayından kaldırdım. Bu sene ülkenin içinden geçtiği karanlık günleri yazmak, küçük olay ve örneklerle tarihi kayıt altına almak gibi bir düşüncem var. Bakalım ilerleyecek mi veya nasıl ilerleyecek..



günlük

20 Şubat 2016 

Ah, allah aşkına ‘hepimiz pisliğin ortasındayız, kanıksadık’ demek nasıl bir insanlık halidir? Evet, pislik diz boyu ve biz ne yapacağımızı bilemez durumdayız. Kendimizi çaresiz hissediyoruz. Yıllardır sustuklarımızı Uğur Mumcu’da, Bahriye Uçok’ta, Gonca Kuriş’te, Gezi'de, Hırant'ın ve Berkin’in  ölümünde avaz avaz bağırdık. Sesimiz kısıldı. İmzalar attık, kadınlar ölmesin dedik, Barış diye bas bas bağırıyoruz. Durmadan öldürülüyoruz, gaz atılıyoruz, tehdit ediliyoruz, işimizden oluyoruz, korkutuluyoruz. Çok pis ve zalim bir dönemden geçiyoruz. Örgütsüz ve şaşkınız. Ancak “bu pislikte boğulmaya mahkumuz” demek kendimize dair gelecek için  de umut vermediğimiz bir nokta değil mi? ‘Hepimiz pislendik ve bu iş böyle, n'palım’ demekle ‘bu solculardan hiç bir şey olmaz’ demek bence aynı derecede umutsuz. İnsana da hiç bir şey katmıyor. Annem, ‘ben cesaretimi susmak için kullanıyorum evladım' der. Bazılarımızın, susuyorsam da kendimin, susuşumda bir cesaret olduğuna inanmak istiyorum. Günler ve mücadele bitmedi. Ölmezsek, gelecek günlerde hepimize çok ihtiyaç olacak bu ülkede. Eminim hepimizin direneceği, insanı koruyacağı küçük alanlar vardır. Yolumuzun üstündeki çiçekçiye günaydın demek, apartman kapıcısının halini hatrını sormak, fırıncıya nasılsın demek (İsmail’ı tekmeleyen fırıncılara!) evet, bu kadar küçük ama cesaret isteyen, insana insanı hatırlatan şeyler ki yaşadığımız günlerde en çok  buna ihtiyacımız var. 

5 Haziran 2015 Cuma


pencereleri  akıyor yüksek binaların   
gecenin ortasına 
binalar boyası akmış kadınlar gibi nizamsız
pencerelerin ardından iki gözü iki çeşme ağlanmıyor  
Uzun ince bir yol gibi uzanıyor Saygon Nehri
Sisli kayıklarında titrek ışıklarıyla sessiz şehre
Havada eksiksiz bir hayat tadı
Beyaz keten takımlı adamlar Fransız aksanıyla İngilizce konuşuyor
‘Medeniyet’ geliyor insanın aklına!
İnce boyunlu zarif orientale kadınlar hep sakin, gülümsüyor
Sanki dünyanın merkezine pırıltılı bir akşam iniyor.

Gergin bakışlı bir Vietnamlı bozuyor havayı
Bir bisikletli ters yola sapıyor sanki
Sıcak terliyor aniden gece  
Yaşamaya koşuyor sokakları
Uzun boylu bir genç, Amerikalı
Duvarlar hep duvarlara çıkıyor, nafile 
Ele veren arkadaşı, karışık bir gönül işi
Sırtından bıçaklanacak,
Kan ketene dokunacak,
Az sonra

Bense aklımdan bir Chet Baker’la avutuyorum beklemeyi
Almost Blue bir gecede,
Az sonra
Dümdüz bir ova gibi pes etmiş kalbim
Susuz yazlar geçirmiş toprağını yırtan
Derin bir fay kırığını tadacak.
Ağlara düşecek haberin,
Az sonra          

Böyle geceler için
Birinin özür dilemesi gerek
Ama kim?  /  Gecenin Hikâyesi

Bu şiir ilk kez Varlık Dergisi'nde, Ağustos 2015 tarihinde, Rimbaud Akademisi'nde yayımlandı.  Sevgili küçük İskender benim dileğime uyarak şiirin adını içindekilere koydurmadı, içindekilerde şiirin adı yerine bir kar tanesi * yer aldı ve şiir sadece Elif mahlasıyla çıktı. Ben şimdi o kar tanesini k. İskender'e selam ve sevgiyle yolluyorum, o kar tanesi çoğalıyor ve sonsuz bir kar yağışı olarak şairin görebileceği tepelere usul usul yağıp duruyor. 15. 10.2020

28 Mayıs 2015 Perşembe


"Anna Karenina kendini trenin altına atmadan önce eğer aklına sevgilisine anlatacak bir şaka gelmiş olsaydı, kendini trenin altına atmazdı."

(Iris Murdoch'un eşi John Bailey'nin arkadaşlarının cenazesindeki konuşmadan)


“Yes, of course, there's something fishy about describing people's feelings. You try hard to be accurate, but as soon as you start to define such and such a feeling, language lets you down. It's really a machine for making falsehoods. When we really speak the truth, words are insufficient. Almost everything except things like "pass the gravy" is a lie of a sort. And that being the case, I shall shut up. Oh, and... pass the gravy.” 
― Iris Murdoch

27 Mayıs 2015 Çarşamba



Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.

E. Cansever

12 Mayıs 2015 Salı



Şehri Unutan Adam

Çoktan şehre inmemiştim. O gün insanları sevebilmek arzusuyla otelin kapısını açtığım zaman karşıma ilk çıkan insan bir küfeci çocuk oldu.
Kirli, soluk yanaklarına, çıplak ayaklarına merhametle değil sevgiyle baktım. Zaten otelin kapısından bu niyetle çıkmamış mıydım? Onu kucaklamak, köşedeki kunduracıdan ona bir lastik ayakkabı, biraz ilerideki Yahudi’den bir beyaz keten pantolon almak arzusuyla durdum.
-Ne bakıyorsun efendi, dedi, hamal mı lazım?
-Yok çocuğum, dedim.
“Gel sana bir pantolon, bir ayakkabı alayım” demek üzereydim. Fakat gözlerini görünce vazgeçtim. Onlar bir acayip hastalığı benim sevgi dolu gözlerimde yakalamak istiyor gibi dikkatli, yakalamış kadar mustarip ve haindiler.
Bununla beraber yirmi beş kuruşu çıkarıp verdim, yürüdüm.  Arkamdan koşup iade etti. Yüzünü görmedim, fakat elleri kararlıydı.
-Her sakallıyı baban zannetme, anladın mı?
Yirmi beşi aldım. Cevap vermeden yoluma devam etmek istedim. Birden bütün neşemin bir camın kırılışı kadar ses ve şıngırtı çıkararak düşüp kırıldığını gördüm.
Ayakucuma düşüp kırılan neşemi gözlerimle topladım. Ters yüzüne evime dönüp odama kavuştum.
Sait Faik, Şehri Unutan Adam öyküsünden (Semaver)


Bugünlerde Sait Faik okuyorum,.. Yazarın, bir insanın bir çocuğun gözlerinde bu duygularla karşılaşması nasıl incitici bir deneyimdir.