29 Şubat 2016 Pazartesi
*
gizli bir el incitmeden siliyor şehrin üstündeki sisi
şiir açmış geceden ağaçlar
erguvan fısıltısı
bahar
gözleri çiçekli çocukları çağırıyor
Boğaz Köprüsü'ne ip atmış salıncaklar
saçlarında rüzgarla
bir Karadeniz'e uçuyor
bir Marmara'ya
gamzesi güzel kızlarla, gülüşü güzel oğlanlar
başını kaldırsan bulut
ayağını sürüsen deniz
uzansan martılarla vapurlar
yer sofrası kurulmuş kıyılarda
tabaklarda zeytin bol, dallarıyla...
'haydi Abbas vakit tamam'
bak nihayet geldi
bazı şehirlerde
mutluluk için
iftar saati! / mut-lu-luk (Mayıs 2015)
23 Şubat 2016 Salı
Mektup
23 Şubat 2016
O'nunla İngiltere'de, küçük bir üniversite kasbasında tanışmış ve hemen birbirimizi sevmiştik. Bizi kaynaştıran şey isyankarlıktı diyebilirim. O yabancı ülkede dostluğumuz bir kaç yıl sürdü, ülkelerimize döndükten sonra da mektuplaşmaya başladık. Yıllardır gidip gelen mektuplar ve doğum günleri için hediyelerle senede en az iki kez haberleştik. Birbirimizin hayatlarından haberdar olduk, birbirimizi ziyaret ettik.
İlk kez bu sene mektubunu da hediyesini de geciktirdim. Hediyeyi aldım ama bir türlü oturup mektubu yazamadım. Mektup yazmak insanın kendi içinde hazır olmasını gerektiriyor. Bir türlü olamadım. Son mektubunda Suruç patlaması için üzüntülerini yazmıştı, beni merak etmişti. O patlamanın üstüne biz kaç patlama daha yaşamıştık...Oturup 'iyiyim' diyememiştim.
Nihayet dün mektup yazmaya oturdum.Güzel bir mektup kadığı bulamayınca kendim için aldığım deniz kapaklı bir deftere yazmaya başladım mektubu. Üç dört sayfa yazdım. Sıra doğum günü kartına geldi. Doğum günü kartı almamıştım...
Şubat ayı yoldan gül yaprakları toplamak için iyi bir aydır. Ay boyunca yollara atılmış, düşmüş veya çiçekçi kadınların etrafına saçılmış farklı renkte gül yapraklarını toplayıp defterlerin arasına koymuştum. Kimi zaman onları kabanımın cebinde unutmuş, unuttuğum bir anda elimi cebime attığımda oradaki kadife yapraklara dokunmaktan keyif alır olmuştum. Şimdi sakladığım gül yaprakları çok işe yarayacakti.. Onları toplayıp mektup yazdığım defterin boş sayfasına yapıştırdım.Üstüne de doğum günü mesajımı yazdım, defteri hediyelerle birlikte paket yapıp yolladım.
21 Şubat 2016 Pazar
Şemsiye
Yıllar önce bir akşam kendi doğum günüme geç kalmış ve bir kucak çiçeği kaçırmıştım…O gün birçok güzel hediye yanında bir de kitap almıştım bir arkadaştan. Arkadaşım kitabı şu dizelerle imzalamıştı:
Bir kitapla
dokunmayı
Bir kitaba
dokunmayı
Hala
eskitemedikleri için
Sevgisi içimde
nar çiçeği
Ne mutlu bize
değil mi?
A. B.
Bay B. ile pek yakın değildik, o yüzden bu girizgahı biraz tuhaf bulmakla beraber sevmiş, şiiri de şairin ve şiirin özgürlüğüne yormuştum.
……
Geçen kış mıydı, ondan önceki mi hatırlamıyorum. Çok gri bir
gündü. İçim, şehir, sokak... Pis bir yağmur yağıyordu, sanki niyeti ıslatmak değil de yapışmaktı. İşe gitmek için yola çıkmış ve az sonra da acele tempomu bulmuştum. İnsanlar birbirine çarpıyor ve özür dilemiyordu, sokak çamurlu ve kalabalıktı. Bu kadar grinin arasında onu gördüm. Kocaman
ve rengârenk şemsiyeleriyle sokağa gökkuşağı indirmiş gibiydi. Yanımdaki
fotoğraf makinesini çıkarıp şemsiyelerin resmini çekmeye başladım. O, kendisinin
de birkaç fotoğrafını çekmemi istedi. Olur, dedim, bana mail adresini yazarsan
resimleri yollarım. Kimsede ne kalem ne kağıt vardı, biraz arandık. Çantamı açtım ve içinden
o gün evden çıkarken çantaya attığım kitabı çıkardım. Şemsiyeci kitabın arka
sayfasına e-posta adresini yazarken birkaç
fotoğraf daha çektim. Doğrusu ilginç fotoğraflar olmuştu; şiir kitabı okuyan renkli
şemsiye satıcısı…
Adamdan
ayrıldıktan sonra bu karşılaşmanın coşkusuyla gri havayı unuttum ve adamın e
posta adresini yazdığı satırların altına şunları karaladım:
şiiri gördüm
yağıyordu,
renkli bir
şemsiye satıcısıyla
yolda.
Aradan aylar
geçti, adamı unuttum, fotoğrafları yollamadım. Bir gün Özgecan için yapılan
anmada gördüm onu, kalabalığın içinde dolaşıyor ve bu kez kadınlara düdük satıyordu.
Fotoğrafları yollamadığımı hatırladım, içim ezildi, pişman oldu biraz. Sonra unuttum. Sanırım fotoğrafları da yer kaplıyor diye bilgisayardan da aklımdan da sildim.
…..
Metroyu
bekliyorum. Biraz tenha gibi bugün. Önümden geçen adam dikkatimi çekiyor.
Üstünde Facebook logosu ve bazı yazılar var, okumak için peşine takılıyorum.
Adam fark edince açıklıyorum; “Okumaya çalışıyorum ne yazdığınızı…” ‘Facebook’un
14. yılı hayırlı olsun’ diyor yazı ve Türkiye haritası…O’nun için nasıl bir
anlamı varsa. Bu sırada tren geliyor, acelece adamın fotoğrafını çekiyorum.
Trenin kapısına yönelirken ‘fotoğrafınızı çektim arkadan’ diyorum, onay ister
gibi. Onay veriyor ama biraz tereddütlü… ‘Ben de fotoğraf çekecek birini
arıyordum.’ diyor, rica eder gibi. ‘Ama gidecekseniz…?’ Trenin kapısından
ayağımı geri çekiyorum, ‘beklerim’ diyorum. Metronun Taksim yazısı altında birkaç
fotoğrafını çekiyorum. O sırada bir sonraki tren geliyor,
biniyoruz. ‘Bana telefonunuzu verirseniz size posta adresimi yazarım’ diyor. ‘Hayır,
size telefonumu vermeyeceğim ama’ diyorum, çantamı karıştırırken, kağıt kalem
çıkarıyorum. 'Buraya mail adresinizi yazarsanız'...diyerek çantada bulduğum banka
dekontunu uzatıyorum. O dizlerinin üstüne çömelmiş mail adresini yazarken vagon sallanıyor, yolcuların gözleri bu tuhaf görünümlü adamla benim üzerimde
gidip geliyor. Alt tireleri açıklayarak kağıdı bana uzatıyor ve yanımdan
uzaklaşıyor. Ben kısa bir süre sonra ineceğim durağa gelip evin yolunu
tutuyorum.
Eve yürürken bu küçülmüş adamı bir yerlerden hatırlar gibi olduğumu düşünüyorum. Ama
nereden? Çantaya acelece tıktığım posta adresini çıkarıyorum. Bu el yazısı bana
tanıdık geliyor. Adımlarım hızlanıyor, evin merdivenerini aceleyle çıkıyorum. Ayakkabılarımı çıkarmadan
salona dalıyor ve kütüphanin raflarında kitabı arıyorum… Nerede, nerede.. Ah, işte buldum, kitabı nefes nefese açıp arka sayfasına bakıyorum; evet o, bu onun yazısı ve aynı eposta adresi! İçimde
tuhaf bir mutluluk… O coşkuyla oturup telefondan fotoğrafları indiriyor ve gökkuşağı şemsiyecisine yolluyorum.
Adamın adı Feyman, kitabın adı 'Üstü Kalsın'
20 Şubat 2016 Cumartesi
buraya yazmaya başlayalı bir yıl oldu. Yıl boyunca yazdığım şiirlerin çoğunu dergiler 'yayımlanmamış' şartı aradıkları için yayından kaldırdım. Bu sene ülkenin içinden geçtiği karanlık günleri yazmak, küçük olay ve örneklerle tarihi kayıt altına almak gibi bir düşüncem var. Bakalım ilerleyecek mi veya nasıl ilerleyecek..
günlük
20 Şubat 2016
Ah, allah aşkına ‘hepimiz pisliğin ortasındayız, kanıksadık’
demek nasıl bir insanlık halidir? Evet, pislik diz boyu ve biz ne yapacağımızı
bilemez durumdayız. Kendimizi çaresiz hissediyoruz. Yıllardır sustuklarımızı Uğur
Mumcu’da, Bahriye Uçok’ta, Gonca Kuriş’te, Gezi'de, Hırant'ın ve Berkin’in ölümünde avaz avaz bağırdık. Sesimiz kısıldı. İmzalar
attık, kadınlar ölmesin dedik, Barış diye bas bas bağırıyoruz. Durmadan
öldürülüyoruz, gaz atılıyoruz, tehdit ediliyoruz, işimizden oluyoruz, korkutuluyoruz.
Çok pis ve zalim bir dönemden geçiyoruz. Örgütsüz ve şaşkınız. Ancak “bu pislikte
boğulmaya mahkumuz” demek kendimize dair gelecek için de umut vermediğimiz bir nokta değil mi? ‘Hepimiz
pislendik ve bu iş böyle, n'palım’ demekle ‘bu solculardan hiç bir şey olmaz’
demek bence aynı derecede umutsuz. İnsana da hiç bir şey katmıyor. Annem, ‘ben
cesaretimi susmak için kullanıyorum evladım' der. Bazılarımızın, susuyorsam da
kendimin, susuşumda bir cesaret olduğuna inanmak istiyorum. Günler ve mücadele
bitmedi. Ölmezsek, gelecek günlerde hepimize çok ihtiyaç olacak bu ülkede. Eminim
hepimizin direneceği, insanı koruyacağı küçük alanlar vardır. Yolumuzun
üstündeki çiçekçiye günaydın demek, apartman kapıcısının halini hatrını sormak,
fırıncıya nasılsın demek (İsmail’ı tekmeleyen fırıncılara!) evet, bu kadar
küçük ama cesaret isteyen, insana insanı hatırlatan şeyler ki yaşadığımız
günlerde en çok buna ihtiyacımız var.
5 Haziran 2015 Cuma
Uzun ince bir yol
gibi uzanıyor Saygon Nehri
Sisli
kayıklarında titrek ışıklarıyla sessiz şehre
Havada eksiksiz
bir hayat tadı
Beyaz keten takımlı
adamlar Fransız aksanıyla İngilizce konuşuyor
‘Medeniyet’
geliyor insanın aklına!
İnce boyunlu
zarif orientale kadınlar hep sakin,
gülümsüyor
Sanki dünyanın
merkezine pırıltılı bir akşam iniyor.
Gergin bakışlı
bir Vietnamlı bozuyor havayı
Bir bisikletli ters
yola sapıyor sanki
Sıcak terliyor
aniden gece
Yaşamaya koşuyor
sokakları
Uzun boylu bir genç,
Amerikalı
Duvarlar hep
duvarlara çıkıyor, nafile
Ele veren
arkadaşı, karışık bir gönül işi
Sırtından
bıçaklanacak,
Kan ketene
dokunacak,
Az sonra
Bense aklımdan
bir Chet Baker’la avutuyorum beklemeyi
Almost Blue bir gecede,
Az sonra
Dümdüz bir ova
gibi pes etmiş kalbim
Susuz yazlar
geçirmiş toprağını yırtan
Derin bir fay
kırığını tadacak.
Ağlara düşecek
haberin,
Az sonra
Böyle geceler
için
Birinin özür
dilemesi gerek
Ama kim? / Gecenin HikâyesiBu şiir ilk kez Varlık Dergisi'nde, Ağustos 2015 tarihinde, Rimbaud Akademisi'nde yayımlandı. Sevgili küçük İskender benim dileğime uyarak şiirin adını içindekilere koydurmadı, içindekilerde şiirin adı yerine bir kar tanesi * yer aldı ve şiir sadece Elif mahlasıyla çıktı. Ben şimdi o kar tanesini k. İskender'e selam ve sevgiyle yolluyorum, o kar tanesi çoğalıyor ve sonsuz bir kar yağışı olarak şairin görebileceği tepelere usul usul yağıp duruyor. 15. 10.2020
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
Anna Świrszczyńska (Anna Swir) KAPI ARALIĞINDAKİ KONUŞMA Sabahın saat beşinde çalıyorum kapısını adamın. Kapıdan sesleniyo...
-
"Masadan Ayrılan İçin" adlı şiirim Lacivert'in Mayıs- Haziran 2024 sayısında. Masadan Ayrılan İçin Öyleydi_____ gözün aynası...
-
Ilık Bir Gün ve şiir için bir düzeltme Bugünü nedense hep cumartesi olarak hissediyor, öyle düşünüyorum. Bir türlü salı’ya geçemiyor...