Şemsiye
Yıllar önce bir akşam kendi doğum günüme geç kalmış ve bir kucak çiçeği kaçırmıştım…O gün birçok güzel hediye yanında bir de kitap almıştım bir arkadaştan. Arkadaşım kitabı şu dizelerle imzalamıştı:
Bir kitapla
dokunmayı
Bir kitaba
dokunmayı
Hala
eskitemedikleri için
Sevgisi içimde
nar çiçeği
Ne mutlu bize
değil mi?
A. B.
Bay B. ile pek yakın değildik, o yüzden bu girizgahı biraz tuhaf bulmakla beraber sevmiş, şiiri de şairin ve şiirin özgürlüğüne yormuştum.
……
Geçen kış mıydı, ondan önceki mi hatırlamıyorum. Çok gri bir
gündü. İçim, şehir, sokak... Pis bir yağmur yağıyordu, sanki niyeti ıslatmak değil de yapışmaktı. İşe gitmek için yola çıkmış ve az sonra da acele tempomu bulmuştum. İnsanlar birbirine çarpıyor ve özür dilemiyordu, sokak çamurlu ve kalabalıktı. Bu kadar grinin arasında onu gördüm. Kocaman
ve rengârenk şemsiyeleriyle sokağa gökkuşağı indirmiş gibiydi. Yanımdaki
fotoğraf makinesini çıkarıp şemsiyelerin resmini çekmeye başladım. O, kendisinin
de birkaç fotoğrafını çekmemi istedi. Olur, dedim, bana mail adresini yazarsan
resimleri yollarım. Kimsede ne kalem ne kağıt vardı, biraz arandık. Çantamı açtım ve içinden
o gün evden çıkarken çantaya attığım kitabı çıkardım. Şemsiyeci kitabın arka
sayfasına e-posta adresini yazarken birkaç
fotoğraf daha çektim. Doğrusu ilginç fotoğraflar olmuştu; şiir kitabı okuyan renkli
şemsiye satıcısı…
Adamdan
ayrıldıktan sonra bu karşılaşmanın coşkusuyla gri havayı unuttum ve adamın e
posta adresini yazdığı satırların altına şunları karaladım:
şiiri gördüm
yağıyordu,
renkli bir
şemsiye satıcısıyla
yolda.
Aradan aylar
geçti, adamı unuttum, fotoğrafları yollamadım. Bir gün Özgecan için yapılan
anmada gördüm onu, kalabalığın içinde dolaşıyor ve bu kez kadınlara düdük satıyordu.
Fotoğrafları yollamadığımı hatırladım, içim ezildi, pişman oldu biraz. Sonra unuttum. Sanırım fotoğrafları da yer kaplıyor diye bilgisayardan da aklımdan da sildim.
…..
Metroyu
bekliyorum. Biraz tenha gibi bugün. Önümden geçen adam dikkatimi çekiyor.
Üstünde Facebook logosu ve bazı yazılar var, okumak için peşine takılıyorum.
Adam fark edince açıklıyorum; “Okumaya çalışıyorum ne yazdığınızı…” ‘Facebook’un
14. yılı hayırlı olsun’ diyor yazı ve Türkiye haritası…O’nun için nasıl bir
anlamı varsa. Bu sırada tren geliyor, acelece adamın fotoğrafını çekiyorum.
Trenin kapısına yönelirken ‘fotoğrafınızı çektim arkadan’ diyorum, onay ister
gibi. Onay veriyor ama biraz tereddütlü… ‘Ben de fotoğraf çekecek birini
arıyordum.’ diyor, rica eder gibi. ‘Ama gidecekseniz…?’ Trenin kapısından
ayağımı geri çekiyorum, ‘beklerim’ diyorum. Metronun Taksim yazısı altında birkaç
fotoğrafını çekiyorum. O sırada bir sonraki tren geliyor,
biniyoruz. ‘Bana telefonunuzu verirseniz size posta adresimi yazarım’ diyor. ‘Hayır,
size telefonumu vermeyeceğim ama’ diyorum, çantamı karıştırırken, kağıt kalem
çıkarıyorum. 'Buraya mail adresinizi yazarsanız'...diyerek çantada bulduğum banka
dekontunu uzatıyorum. O dizlerinin üstüne çömelmiş mail adresini yazarken vagon sallanıyor, yolcuların gözleri bu tuhaf görünümlü adamla benim üzerimde
gidip geliyor. Alt tireleri açıklayarak kağıdı bana uzatıyor ve yanımdan
uzaklaşıyor. Ben kısa bir süre sonra ineceğim durağa gelip evin yolunu
tutuyorum.
Eve yürürken bu küçülmüş adamı bir yerlerden hatırlar gibi olduğumu düşünüyorum. Ama
nereden? Çantaya acelece tıktığım posta adresini çıkarıyorum. Bu el yazısı bana
tanıdık geliyor. Adımlarım hızlanıyor, evin merdivenerini aceleyle çıkıyorum. Ayakkabılarımı çıkarmadan
salona dalıyor ve kütüphanin raflarında kitabı arıyorum… Nerede, nerede.. Ah, işte buldum, kitabı nefes nefese açıp arka sayfasına bakıyorum; evet o, bu onun yazısı ve aynı eposta adresi! İçimde
tuhaf bir mutluluk… O coşkuyla oturup telefondan fotoğrafları indiriyor ve gökkuşağı şemsiyecisine yolluyorum.
Adamın adı Feyman, kitabın adı 'Üstü Kalsın'